Nasır EROL ve diğerleri /Türkiye

Mahkeme, mevcut davada ortaya çıkan esas hukuki sorunun yalnızca Sözleşme’nin 11. maddesinin alanına girdiği kanaatine varmaktadır. Mahkeme Nevruz kutlamaları nedeniyle düzenlenen toplantının ardından, aralarında başvuranların da bulunduğu yaklaşık 250 kişilik bir grubun sakince dağılmadığını ve güvenlik güçlerine şiddetli bir şekilde saldırdığını tespit etmiştir. Dolayısıyla Mahkemeye göre bu gösterici grubu şiddet eylemleri işlemiş ve kamu düzenini bozma tehdidi oluşturmuştur. Polis memurlarına taş atılması suretiyle şiddet eylemi gerçekleştiğini belirten Mahkeme bu bağlamda, sadece polis memurunun hafif yaralanmasına ve kamu malına herhangi bir zarar verilmediği anlaşılmasına rağmen, göstericiler tarafından atılan taşların silah olarak değerlendirilebileceğini tespit etmektedir. Öte yandan Mahkeme, başvuranların, kendilerinin güvenlik güçlerine taş atmadıklarını, slogan atmadıklarını veya hiç afiş sallamadıklarını iddia etmelerine rağmen dosyadaki belgelerden, başvuranların Nevruz kutlamalarının sonunda, müdahale ettikleri sırada güvenlik güçlerine karşı şiddet eylemleri işleyen grup arasında bulunduklarına dikkat çekmektedir. Mahkeme, bu grubun güvenlik güçlerine karşı işlediği şiddet eylemlerinin kamusal ve siyasi tartışma sınırlarını açıkça aştığını ifade etmiştir. Mahkeme bu bağlamda, yerleşik içtihadına göre, Devletlerin, ülkedeki hukuk ve kamu düzenini korumak için yetkili makamların başvurabilecekleri makul ve uygun tedbirlerin seçiminde belirli bir takdir yetkisine sahip olduklarını hatırlatmaktadır. Bu koşullarda Mahkeme, başvuranlara yönelik alınan tedbirlerin makul bir şekilde “zorunlu bir sosyal ihtiyacı” karşıladığı kanaatindedir. Ayrıca Mahkemenin kanaatine göre, yerel mahkemeler kararlarını olay ve olguların kabul edilebilir bir değerlendirmesine ve ilgili ve yeterli gerekçelere dayandırmışlardır. Mahkeme, ihtilaf konusu müdahalenin Sözleşme’nin 11. maddesinin 2. fıkrasına uygun olduğu ve başvuranların, tutuklanmaları nedeniyle ceza infaz kurumunda geçirdikleri üç aydan fazla bir süreyi göz önünde bulundurarak, söz konusu müdahalenin, düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi meşru amaçlarıyla orantılı olduğu kanaatine varmaktadır AİHM, şikâyetin, Sözleşme’nin 35. maddesinin 3. fıkrasının a) bendi ve 4. fıkrası uyarınca, açıkça dayanaktan yoksun olduğu gerekçesiyle kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.